Sosyolog Dergisi Bir DUSODER Yayınıdır

Kapatmak için ESC Tuşuna Basın

Aile olabilmek!

Aile yaşamının güzelliği, hiçbir yerde yoktur…

Sosyal bir varlık olan insanoğlu soyun devamını sağlamak, birikimlerini gelecek kuşaklara aktarmak gibi maddi ihtiyaçlarını karşılamak, bunun ötesinde bağlanma, ait olma, güvenlik gibi duygusal ihtiyaçlarını karşılamak için binlerce yıldır aile kurmaktadır

Ailenin tek bir tanımını yapabilmek mümkün görünmemektedir. Literatürdeki anlamına bakacak olursak aile, kan bağlılığı, evlilik ve diğer yasal yollardan, aralarında akrabalık ilişkisi bulunan ve çoğunlukla aynı evde yaşayan bireylerden oluşan; bireylerin cinsel, psikolojik, sosyal ve ekonomik ihtiyaçlarının karşılandığı, topluma uyum ve katılımlarının sağlandığı ve düzenlendiği temel birimdir.

Hal böyleyken ailenin toplumumuzdaki yeri ve önemi tartışmasız çok değerlidir. Nitekim değişen dünya düzenine endeksli olarak aile yapıları temelden sarsılmaya başlamıştır. Bir taraftan yeni düzene ayak uydurmaya çalışan aile yapısı, diğer taraftan geleneksel aile yapısıyla büyümüş bireylerin eşlerinden beklentileri, kadının çalışma yaşamına katılımı ve evdeki roller, erkeğin hala ataerkil bir toplumu devam ettirme arzusu aile birliğinde kafaları karıştırmıştır.

Aslında evlilik ve aile olmak bir akitle başlar. İyi günde kötü günde daima birlikte! Bu akit kadının ve erkeğin haklarını korumak  sevgi ve saygı çerçevesinde hayatı devam ettirme adınadır ki eşler birbirlerine her konuda yardım ederek bunu inşa edebilirler. Birlikte yaşanılan evi daha yaşanılabilir ve sağlıklı bireyler yetiştirme adına bir yuva haline getirebilmelidirler. Roller paylaşılır ve bu ortaklık sadece maddi çıkar çerçevesinde dönmezse, eşler sevgi, saygı, ait olma, korunma gibi ihtiyaçlarını karşılayabilirse sınırlar ve kurallar bu bağlamda oluşturulursa işte o aile birliğini sarsmaya kimsenin gücü yetmez. İsteseler de bozamazlar birliği...

Bu bağlamda psikolojide aile danışmanlığını özel bir alan olarak ele alınmıştır. Çünkü toplumun temel yapı taşı olan ailenin sarsılması hiçbir toplumun işine gelmez. Tıpkı hücrelerin veya atomların organizasyonunun varlığın oluşumunu belirlemesi gibi ailenin toplumun temel birimi olarak tanımlanması da ailenin toplumsal yapıyı belirlediğini anlatmaktadır. Hücrelerdeki bozulmalar nasıl ki organizmada hastalığa yol açıyorsa ailede ortaya çıkan sorunlar da toplumsal yapıda bozulmaya yol açar. Aile işlevleri açısından bozulma ve sağlıklılık kavramları çeşitli kuramcılar ve uygulayıcılar tarafından çeşitli şekillerde tanımlanmışsa da, bu tanımların en çok ortaklaştıkları noktalar normal/sağlıklı ailenin bazı özellikler taşıdığını göstermektedir; rahat hissederler, iletişimleri açık, sıcak, akıcı kendini ifade biçimleri taşır, iletişim şaka, mizah ve spontan davranışlar içerir, üyelerin olumlu benlik algıları vardır, üyeler birbirlerinin hayatlarına dair sorumluluk üstlenirler, sistemi mevcuttur, stresli durumlar ve kriz durumlarında üyeler birbirine destek olurlar, sorun çözme kapasitesi mevcuttur ve hızlı işler

O halde aile yapısının işlevlerini güçlendirerek, medeniyetimizi geleceğe daha emin adımlarla taşımak adına ailemize sahip çıkmalı, maddi mirastan ziyade manevi miraslarımız  korumalıyız. Bunun içinse bilinçli aile bireyleri yetiştirmeli ve bu yolda kurallar oluşturmalı, var olan kurallarımızı  da korumalıyız.

Mutluluğu bulmak için değil, paylaşmak için evlenilir...

Tolstoy’unda dediği gibi MUTLU AİLELER BİRBİRİNE BENZERLER, MUTSUZ  AİLENİNSE KENDİNE ÖZGÜ BİR MUTSUZLUĞU VARDIR...

Hayattaki en büyük zenginlik mutlu bir aileye sahip olmaktır!

Leave a comment

Your email address will not be published. Required fields are marked *

Dergiler