Sosyolog Dergisi Bir DUSODER Yayınıdır

Kapatmak için ESC Tuşuna Basın

Mutlulukla Başa Çıkmak

İnsanoğlu, binlerce yıldır kendisini değersiz gösterecek ve olmadık şeylere üzebilecek birçok yöntem geliştirmiştir. Bu nedenle insanlar, yaşamlarındaki tüm imkânsızlık ve olumsuzlukları bir kenara bırakarak mutlulukla mücadele etmeye öncelik vermişlerdir. Mutlulukla başa çıkmaya çalışmak, ne kadar inkâr etsek de çoğumuzun yaptığı bir şeydir. Bu, bazen elde ettiğimiz bir şeyin daha iyisini istemek, bazen de; başkalarında gördüğümüz, beğendiğimiz şeyleri elde edemediğimizde ortaya çıkan bir durumdur.   

             Ünlü kişisel gelişim kitapları yazarı Steve Chandler, “Mutluluk bir tercihtir” der. Peki, mutluluk bir tercihse; neden biz mutlu olmamayı, mutlu kalmamayı seçiyoruz? Üzülmek için, neden kendimize bahaneler yaratıyoruz? Yaptığımız tercihlerde çok dikkatli olmalıyız. Sonucuna katlanamayacağımız tercihlerin; bizi araç olarak görmesine ve kullanmasına müsaade etmemeliyiz.

            Mutluluğu yakaladığımız bazı anlarda, davranışlarımızın kontrolünü kaybedebiliyoruz. Bu nedenle; o anlarda sık sık ağlamayı tercih edebiliyoruz. Bu, melankolik ve kendini mutsuz etmeye programlamış ruh halimizin; bizi temsil ederken, en fazla başvurduğu yöntemlerden biridir: Okula başlarken ağlıyoruz, mezun olurken ağlıyoruz, âşık olurken ağlıyoruz… Ağlamak; içinden yâda dışından, hiç fark etmez. Mutsuzluğun cazibesi, yüreklerimizi kör edecek kadar parıltılıdır.

            Mutlu olmamak için, amansızca bir savaş veririz. Kimimiz, bu amansızca savaşı tek başına sürdürürken; kimimiz de, çoluk çocuğa karışmışızdır. İçimizde, evlenip yuva kuranlar; mutlulukla olan savaşlarında, yeni görev ve sorumluluklarla yüzleşmeye de hazır olmalıdırlar. Bu sorumluluk ve becerimizi aktarabileceğimiz yeni kuşaklar yaratmanın haklı gururunu taşıyarak, üstelik (!)     

             Mutluluk kavramını en iyi anlatan sözlerden birisi, ünlü bir Fransız düşünür olan Denis Diderot tarafından söylenmiş: “Başkalarına mutluluk sağlayabilen adam, mutludur.” Ne büyük ve ne güzel bir söz! Belki de mücadelemizi; kendimizi, bu sözün derin anlamına kaptırdığımız için veriyoruz. Başkalarını memnun etmek için kendimizi adadığımız hayat, bir süre sonra varlığımızı yok sayan bir yaşantıya dönüşüyor. Başkasının “var” olmasının gereklerini uygularken; kendi şahsi varlığını “yok” sayan birisi olup çıkıveriyoruz! Tabi ki, hayatta, en az bunun kadar tehlikeli bir başka karşıt öngörü daha var: İnsanın, kendisinin “var” olması uğruna her şeyiyok” yâda gereksiz sayan kibirli yapısı! Bu, tek yönlü düşünce yapımızla inşa ettiğimiz toplumsal yapı; mutsuz, vurdumduymaz ve kuru kalabalıklar yaratmaktan öteye gidemeyen bir durum ortaya koymaktadır. Ancak bu durumun, toplum üzerinde yarattığı bir şikâyet ve huzursuzluk hali ise asla oluşmamaktadır.

            Üzüntü, mutluluk, hayaller, hayatlar… vb. Yaşadığımız hayatın bizlere sağladığı imkan ve fırsatları değerlendirebileceğimiz bir çok sınav mevcuttur. Bu sınavlardan başarı ile çıkmanın ön koşulu ise “kendimize iyi davranmak” düsturunu asla unutmamaktır. Mutlulukla başa çıkmak için gösterdiğimiz gayreti ve yaptığımız fedakârlıkları (!) bir kenara bırakabilirsek; kendimiz ve çevremizle yaşadığımız olumsuz ilişkinin, psikosomatik bir rahatlama ve toplumsal uzlaşı zeminine kavuşmasını da pekâlâ sağlayabilir, hayatımızı ve kendimizi normal bir geleceğe ulaştırabiliriz.

Sadık Uzun

Doğru zamanda, doğru yerde ve doğru kişilerle kurulan iletişim, toplumsal mutabakata zemin hazırlarken; ayrıca geleceğin tesisi için de niteliksel derinlik katar...

Dergiler