Cehalet İnat Bilgiyle Var Olmak
"Cehalet mutluluktur." Bu ifade içimizde bir yerlerde hep bir direniş başlatır. Bu söz, sanki bize bilgiden kaçmayı, acı veren gerçeklerden uzaklaşmayı ve konforlu bir cehalet fanusunda yaşamayı önerir. Aslında hayat, tam da bu cam fanus dışında, gerçeklerle yüzleştiğimizde anlam kazanır.
Cehaletin mutluluk getirdiğini savunanlar, aslında bilginin getirdiği kaygı ve sorumluluktan kaçmak isterler. Her yeni bilgi, evet, yeni bir yük getirir. Dünyanın karmaşıklığını, adaletsizliğini veya kendi hayatımızdaki zorlukları anladıkça omuzlarımızdaki yük ağırlaşır. Bu yüzden, filozoflar bu paradoksun etrafında dolanıp durmuşlardır. Thomas Gray, "Cehalet mutluluktur, bilgelik aptallıktır" derken, belki de çocukluğun saf masumiyetine bir övgü yapıyordu. Oysa Sokrates, "Bildiğim tek şey, hiçbir şey bilmediğimdir" diyerek bilginin sonsuz bir yolculuk olduğunu vurguluyordu.
Günümüz dünyasında ise bu paradoks, sosyal medya ve internet çağında bambaşka bir boyut kazandı. Teknoloji bu kadar gelişmemişken bilgiye ulaşmak daha zordu, şimdi bilgi selinde boğuluyoruz. Her an yeni bir haber, yeni bir skandal, yeni bir felaket bilgisiyle karşı karşıyayız. Bu bilgi bombardımanı altında birçoğumuz, o "bilinçli cehalet" dediğimiz moda sığınmaya başladık. Yani, bilmeyi reddediyoruz. Çünkü bilmek, yorucu. Bilmek, sorumluluk istiyor. Peki gerçekten öyle mi? Bu yorgunluk, cehalete sığınarak çözülebilir mi?
Bu noktada, İslamiyet’in bilgiye verdiği önemi hatırlamak çok önemlidir. Kur'an-ı Kerim, ilk emri "Oku" diyerek, bilginin ve öğrenmenin dinin temel direği olduğunu açıkça belirtir. Bu, sadece kutsal olan bu kitabı okumak değil, evreni, insanı ve kendini anlamak için bir çağrıdır. İslam peygamberi Hz. Muhammed (s.a.v.) de hadislerinde bilginin önemine sıkça değinmiştir. ‘’ İlmi Çin’de de Olsa Talep Edin, Çünkü İlim Talep Etmek Her Müslümana Farzdır ‘’ (Beyhakî, Şuabu’l-İman-Beyrut, 1410, 2/253), sözü, bilginin peşinden gidilmesi gereken evrensel bir değer olduğunu gösterir. Bir diğer hadiste ise, ‘’Kıyamet gününde âlimlerin mürekkebi ile şehitlerin kanı tartılır, âlimlerin mürekkebi şehitlerin kanından ağır gelir. ‘’ (Suyûti, el Câmiu’s Sağir, nr 10026; İbn Abdilberr, Câmiu Beyâni’l- İlm, nr. 139) buyrulmuştur. Bu söz, bilginin, en büyük fedakârlık olan şehitlik mertebesiyle kıyaslanarak ne kadar yüce bir değer olduğunu ortaya koyar.
Kur'an'da bilgi, inananları diğerlerinden ayıran bir özellik olarak da vurgulanır. (Böyle bir kimse mi Allah katında makbuldür,) yoksa gece vakitlerinde, secde hâlinde ve ayakta, ahiretten korkarak ve Rabbinin rahmetini umarak itaat ve kulluk eden mi? De ki: “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” Ancak akıl sahipleri öğüt alırlar.’’ (Zu¨merSuresi,9.Ayet’’Diyanet İşleri (Yeni) Meali ‘’) ayeti, bilginin insanı yücelten ve cehaletin karanlığından kurtaran bir nur olduğunu belirtir. Bu ayet, cehaleti bir mutluluk kaynağı olarak gören anlayışı reddeder ve bilgiyi aydınlanmanın anahtarı olarak sunar.
Türkiye'nin tarihsel sürecini düşündüğümde, bu durumun ne kadar önemli olduğunu daha iyi tahlil etmemiz gerekir. Osmanlı Devleti’nin gerileme döneminden Cumhuriyet'e uzanan süreçte, bir yanda cehaleti "kader" olarak gören bir anlayış, diğer yanda aydınlanmayı ve bilgiyi "kurtuluş" olarak gören bir mücadele vardı. Atatürk'ün başlattığı aydınlanma hareketi, cehaleti geri kalmışlığın temel nedeni olarak görüyordu. Ancak bu mücadele, Atatürk’ün vefatı sonrasında maalesef sekteye uğratılmış. Dinin ve milliyetçiliğin siyasi emellerle manipüle edilerek, toplumu bilgi kirliliğine mahkûm etti. Bugün de sosyal medyada yayılan yanlış bilgiler, sadece birer hata değil, toplumu kutuplaştıran, korkutan ve yoran stratejilerdir.
Bu noktada gençlerin durumu beni en çok kaygılandıran konu. Onlar, bilgiye en hızlı erişen nesil olsalar da aynı zamanda bu kirli bilginin en savunmasız kurbanları. Sosyal medya algoritmaları, onları kendi yankı odalarına hapsederek, sadece duymak istedikleri şeyleri gösteriyor. Bu durum, eleştirel düşünce yeteneklerini köreltiyor ve onları daha kolay manipüle edilebilir hale getiriyor.
Benim inancım, cehaletin bir sığınak değil, cehaletin hapishane olduğudur. Bilgi, bizi yorsa bile, o hapishanenin kapısını açan anahtardır. Gerçek mutluluk, etrafımızı saran gerçekleri anlamaktan, sorgulamaktan ve bu bilgiler ışığında bilinçli kararlar almaktan geçer. Bu, bize sadece bireysel bir farkındalık değil, aynı zamanda toplumsal bir sorumluluk da yükler.
Toplumumuzun yediden yetmişe sosyologlar olarak önermemiz gereken şey şudur: Bilgiden korkmayın. Kaynakları sorgulayın, farklı görüşlere açık olun ve en önemlisi, düşünmeyi elden bırakmayın. Medya okuryazarlığı bir ders konusu olmaktan öte, hayatımızın bir parçası olmalı. Ekran süremizi azaltıp, doğaya, sanata veya kitaba vakit ayırmak, zihnimizi tazeleyecektir.
Unutmayalım ki, cehalet belki anlık bir rahatlık sunar ama uzun vadede bizi zayıflatır. Oysa bilgi, bizi yorsa da güçlendirir. Gerçek mutluluk, pasif bir cehalette değil, aktif bir farkındalıkta yatar. Çünkü bilgi, özgürlüktür.
Niyazi ÖZTEKİN
Sosyolog Aile Danışmanı
Ziraat Mühendisi